Etrafımda gördüğüm herkesin dış dünyada ritmi aynı:
sabah oluyor akşam oluyor
pazartesi oluyor cuma oluyor
ayın başı oluyor sonu oluyor
2010 oluyor 11 oluyor
Zamanla ilgili söyleneler aklımda:
Zaman sana uymazsa sen zamana uy
Vakit nakittir
Terazi tartıyla, herşey vaktiyle ölçülür.........
Bu kadar baskı altında kalbim sıkışıyor. Halbuki toplumun uyguladığı zamanın içinde insanların iç zamanı yok. Her insan başlı başına kendi zaman parametreleriyle yaşar:
Farklı sürede öğrenir, bazı şeyleri hiç öğrenmez.
Farklı vadelerde karar verir.
Farklı yaşlarda evlenir - boşanır.
Farklı yaşlarda ölür...
Toplum her ne kadar eğitim yaşı - iş yaşı - doğurganlık yaşı - gençlik yaşı ile etrafımızı sarsa da "hissettiğimi yaşamak için hissettiği yaşta kalmalıyım" demek lazım. Hiç spor yapan biri kendini yaşlı hissettiğini söyler mi? Yaşından ötürü yorgun hissedebilir ama yaşlı hissetmez. Hiç yaşlı bir insanın üniversite arkadaşıyla sohbetine tanık oldunuz mu? O enerji sizin arkadaşınızla kurduğunuz enerjiye o kadar benzer ki hayret edersiniz.
Bazı şeylerin yaşı yoktur. Sevdiğiniz işi yapmanın da yaşı yoktur. O kadar seversiniz ki iş olarak bile görmezsiniz. Mutluluktur sizin için. Derler ya sevdiğin işi yap ya da yaptığın işi sev. Zamanla ilgili bir çok sözden daha önemli geliyor. Pek mi mümkün bilmiyorum ama kim bunun olmasını istemez ki. Sadece isteklere ayıracak vakit yaratayım derken duvarlara çarpmak bozuyor herşeyi. Ama inanıyorum bir yolu vardır. Belki bakış açımızı değiştirerek...
Ben sevdiği işi yapan, sevdiği uğraşlara vakit ayıran insanları gördüm mü mutlu oluyorum. Ve gelecek sene için de herkese mutlu olduğu yerde olmayı temenni ediyorum.
Herkese bol kıymetli zamanlı ve umulmadık mutluluklarla dolu iyi sen(e)ler!
DOKUNULAMAYAN KAYIP DÜŞLER VE DÜŞÜNCELER GÜNEŞİN KUMLARI YALADIĞI MAVİ - YEŞİL BİR SAHİLDE BULUNMAYI BEKLİYOR ASLINDA..
31 Aralık 2010 Cuma
24 Aralık 2010 Cuma
Camille ve bahçedeki toprak
Bir kadın deliliği toprak, toprağı insan gibi yoğurur mu?
Bu şekilde başlayıp dahasını yazmak istiyorum fakat yazdıklarım çok ipucu verir ya da anlatır hikayeyi diye korkuyorum.
Bu gece iyi, herkesin anladığı birinci tekil anlamıyla iyi bir performans izledim. Camille Claudel'in hayatını konu alan bu oyun her anlamda iyiydi. Oyunun yazarı Eda Erdem'in anlatımı da dahil her şey incelikli düşünülmüştü bir kere:
Dekor ne bir eksik ne bir fazlaydı ve ışık desteğiyle çok güzel bir noktaya taşınıyordu. ( Aykut Beysi'nin ellerine sağlık)
Kostüm verilmek istenen imajı vermekten ötede dikkat çekmeyen ve bu sayede doğru dedirtecek incelikte seçilmiş ve dikilmişti.
Video art yoluyla anlatılan sanat - aşk ve benlik ilişkisi ( bu şekilde üstü kapalı geçiyorum izlemek isteyenlere mani olmamak için.) çarpıcı, derdini anlatan kurgusuyla oyunda taşıyıcı bir yerde duruyordu.
Oyun üzerinde yarattığı yorumu efekt - müzik - video çalışması ve oyun yönlendirmelerinden olduğunu tahmin ettiğim sahnelerde taşıyan yönetmense Kaan Basmacıoğlu.
Ama asıl taşıyıcı Ebru Atilla Sagay tüm bunları sahnede taşıdı, kullandı, vurguladı, ördü, yoğurdu...
Ebru'nun performansı öyle mukayese kabul eder cinsten değil. Şahsına münhasır, içinde kaybolunan, ışıl ışıl, hüznünde bile enerji dolu ve izlediğim başka tek kişilik performanslarla pek kıyaslamak istemediğim kadar iyi. Kıyaslamak istemem çünkü çok farklı. Oyunun ritmini, yerleşimini, zaman geçişlerini elinde tuttu sürekli. İfadelerin hatta deliliğin - aşkın - hüznün - sanatın başladığı noktaların ve kısım kısım değişimin ileri geri sarmalarını çok güzel verdi.
Aklıma oyundan sonra yazmak için çok satırlı cümleler geliyor ama Eda Erdem'in cümlelerinden sonra bunu yapmak istemiyorum. Sadece oyunun sonuna gelicem:. Bir anda o heykellerin arasında çağrışımlar diyarına sürüklendim:
Hatırladığım bir Kapadokya gezisinde ışıl ışıl bir kız vardı. "Kapadokya" - "topraktan yoğurulanlar" ve Ebru... Hayat pek tuhaf. Oyunun sonunda gözlerim dolarak tebessüm ettim. Bir kadın benliği ve iradesiyle heykeli, bir diğeri tiyatroyu seçmiş.
Dip not: Çıkarken kulağıma bunun mutlaka reklamı yapılmalı diyenler oldu fakat malesef tiyatro sadece tiyatro severler içindir. Eğer İzmir'deyseniz veya yine İstanbul'a turnesi olursa takip edip izlenmeli. Mutlaka ama...!
Bu şekilde başlayıp dahasını yazmak istiyorum fakat yazdıklarım çok ipucu verir ya da anlatır hikayeyi diye korkuyorum.
Bu gece iyi, herkesin anladığı birinci tekil anlamıyla iyi bir performans izledim. Camille Claudel'in hayatını konu alan bu oyun her anlamda iyiydi. Oyunun yazarı Eda Erdem'in anlatımı da dahil her şey incelikli düşünülmüştü bir kere:
Dekor ne bir eksik ne bir fazlaydı ve ışık desteğiyle çok güzel bir noktaya taşınıyordu. ( Aykut Beysi'nin ellerine sağlık)
Kostüm verilmek istenen imajı vermekten ötede dikkat çekmeyen ve bu sayede doğru dedirtecek incelikte seçilmiş ve dikilmişti.
Video art yoluyla anlatılan sanat - aşk ve benlik ilişkisi ( bu şekilde üstü kapalı geçiyorum izlemek isteyenlere mani olmamak için.) çarpıcı, derdini anlatan kurgusuyla oyunda taşıyıcı bir yerde duruyordu.
Oyun üzerinde yarattığı yorumu efekt - müzik - video çalışması ve oyun yönlendirmelerinden olduğunu tahmin ettiğim sahnelerde taşıyan yönetmense Kaan Basmacıoğlu.
Ama asıl taşıyıcı Ebru Atilla Sagay tüm bunları sahnede taşıdı, kullandı, vurguladı, ördü, yoğurdu...
Ebru'nun performansı öyle mukayese kabul eder cinsten değil. Şahsına münhasır, içinde kaybolunan, ışıl ışıl, hüznünde bile enerji dolu ve izlediğim başka tek kişilik performanslarla pek kıyaslamak istemediğim kadar iyi. Kıyaslamak istemem çünkü çok farklı. Oyunun ritmini, yerleşimini, zaman geçişlerini elinde tuttu sürekli. İfadelerin hatta deliliğin - aşkın - hüznün - sanatın başladığı noktaların ve kısım kısım değişimin ileri geri sarmalarını çok güzel verdi.
Aklıma oyundan sonra yazmak için çok satırlı cümleler geliyor ama Eda Erdem'in cümlelerinden sonra bunu yapmak istemiyorum. Sadece oyunun sonuna gelicem:. Bir anda o heykellerin arasında çağrışımlar diyarına sürüklendim:
Hatırladığım bir Kapadokya gezisinde ışıl ışıl bir kız vardı. "Kapadokya" - "topraktan yoğurulanlar" ve Ebru... Hayat pek tuhaf. Oyunun sonunda gözlerim dolarak tebessüm ettim. Bir kadın benliği ve iradesiyle heykeli, bir diğeri tiyatroyu seçmiş.
Dip not: Çıkarken kulağıma bunun mutlaka reklamı yapılmalı diyenler oldu fakat malesef tiyatro sadece tiyatro severler içindir. Eğer İzmir'deyseniz veya yine İstanbul'a turnesi olursa takip edip izlenmeli. Mutlaka ama...!
Fren mesafesi veya hayat
Motosiklet kullandığım zamanlarda öğrendiğim güzel bir söz vardır: "Ne kadar hızlı gittiğini frene basınca anlarsın".
Mesafe ölçümü ile dengelenen, diğer yandan aracın manevra ve kabiliyet dahilinde hareketlerini planlamanızı gerektiren belirli değişkenler vardır. Mesela, yolda kendinize belirli bir nokta seçin. Önünüzdeki araç o noktayı geçtikten sonra 5 saniyeye denk gelecek şekilde sayın. Eğer 5'i bitirmeden aynı noktayı siz de geçerseniz aradaki mesafe azdır ve bu tehlike yaratıyor demektir. Bitirince geçiyorsanız yola devam. Ancak sıkıntımız burada bitmedi: Kendini, çok değil, 500 cc sanan bir 125 cc motorunuzu 120 ile titretiyorsanız o ince tekerlekler öndeki araç fren yaptığında sizi önce asfalta oradan da sürüklenerek o aracın tamponu altına yollayabilir. Biraz şanslıysanız jilet gibi kesen bariyerlere dikey bir açıyla çarpar ve kırıklarla kurtulursunuz. O da korumaları takmak kaydıyla. Yok montunuz botunuz falan eksikse asfalt yanığı iyileşmiyor. Kask da eksikse asfalt yanığı son probleminiz.
Yani burada önemli olan ilk nokta kişisel donanım. Motosikletin üzerindeyken eldiven - kask - mont - bellik - pantalon - bot... tam tekmil hazır olmak. Hatta uzun süre kullananlara ileride işitme kaybı yaşamamaları için kulak tıkacı tavsiye ediliyor. Demek ki neymiş, yola çıkarken kendi güvenliğini sağlayacak donanımı sağlamak gerekiyor.
Kişisel donanımdan sonra gelelim alt yapı yani motosikletinize. Alt yapının en önemli yönü donanımı destekleyecek kabiliyetlere sahip olmasıdır. Yani motosikletinizi bu anlamda kabiliyetli yapan tek şey büyüklüğü değildir. Manevra kabiliyeti, yol tutuşu, titreşimi size hissettirmeyecek motor hacmi ( gerçi o hep hissediliyor ) , fren sistemi ( mümkünse ABS'li olmalı ), koruma demirleri ( düşme anında bacağın motorun altında kalıp kopmasını engeller o bakımdan...), arka ve yanlarda case'ler yani bagajlar ( yeri geldiğinde onlar da koruyor ama tek kişi binin, aksi halde arka case düşme anında ardçı dediğimiz sürücü arkasındaki kişinin motordan kurtulmasını engeller). Diyelim ki motor da donanımlı, o zaman güvenlik bir ölçüde artıyor ve size hem konfor hem de rahat bir sürüş sağlıyor. Sürüş esnasında yüzümüzü güldüren bir şeydir bu.
Bu koşullarda çıktınız yola. 5 saniyelik güvenli sürüş mesafesini de koruyorsunuz... Geldi sıra güvenlik çemberine. Güvenlik çemberi çok hayati, bildiğiniz gibi değil! Etrafınızdaki her şey size belirli bir mesafede durmazsa yer yön koordinasyonu riske girdiğinde önce çemberden sıkıntıya düşersiniz. Bu yüzden daraltmamaya dikkat etmek lazım. Nasıl olacak? Etrafınızdaki tüm araçlar ve cisimlerle aranızda belirli bir mesafede kalmaya çalışın. En sağ şeritteyseniz bariyerle bile mesafeli olun. Oluşabilecek kontrol dışı bir durumda risk yaratmaması için özen gösterin.
Kişisel güvenlik - motosiklet güvenliği ve yol güvenliği tamam. Peki gaza basmanın vakti midir? Vaktidir. Ama o gaza çapınız kadar basmalısınız, asla unutmayın.
Zira çok hızlıysanız ve frene basınca bunu fark edenlerdenseniz ya hayatınızda ilk defa hız yapıyorsunuzdur ve bu tecrübesiz haller sizin en yakındaki cisme çarpmanıza neden olur ya da motorun gaza gelme vitesine atmışsınızdır yine neticede en yakındaki cisme çarparsınız.
Kısaca o gaz var ya o gaz... dikkat etmezseniz canınıza mal olmasa da değerinize, sağlığınıza, vırtınıza zırtınıza mal olur. Dikkat, burada en önemli nokta "vırt zırt"... kaçırmayalım lütfen!
Mesafe ölçümü ile dengelenen, diğer yandan aracın manevra ve kabiliyet dahilinde hareketlerini planlamanızı gerektiren belirli değişkenler vardır. Mesela, yolda kendinize belirli bir nokta seçin. Önünüzdeki araç o noktayı geçtikten sonra 5 saniyeye denk gelecek şekilde sayın. Eğer 5'i bitirmeden aynı noktayı siz de geçerseniz aradaki mesafe azdır ve bu tehlike yaratıyor demektir. Bitirince geçiyorsanız yola devam. Ancak sıkıntımız burada bitmedi: Kendini, çok değil, 500 cc sanan bir 125 cc motorunuzu 120 ile titretiyorsanız o ince tekerlekler öndeki araç fren yaptığında sizi önce asfalta oradan da sürüklenerek o aracın tamponu altına yollayabilir. Biraz şanslıysanız jilet gibi kesen bariyerlere dikey bir açıyla çarpar ve kırıklarla kurtulursunuz. O da korumaları takmak kaydıyla. Yok montunuz botunuz falan eksikse asfalt yanığı iyileşmiyor. Kask da eksikse asfalt yanığı son probleminiz.
Yani burada önemli olan ilk nokta kişisel donanım. Motosikletin üzerindeyken eldiven - kask - mont - bellik - pantalon - bot... tam tekmil hazır olmak. Hatta uzun süre kullananlara ileride işitme kaybı yaşamamaları için kulak tıkacı tavsiye ediliyor. Demek ki neymiş, yola çıkarken kendi güvenliğini sağlayacak donanımı sağlamak gerekiyor.
Kişisel donanımdan sonra gelelim alt yapı yani motosikletinize. Alt yapının en önemli yönü donanımı destekleyecek kabiliyetlere sahip olmasıdır. Yani motosikletinizi bu anlamda kabiliyetli yapan tek şey büyüklüğü değildir. Manevra kabiliyeti, yol tutuşu, titreşimi size hissettirmeyecek motor hacmi ( gerçi o hep hissediliyor ) , fren sistemi ( mümkünse ABS'li olmalı ), koruma demirleri ( düşme anında bacağın motorun altında kalıp kopmasını engeller o bakımdan...), arka ve yanlarda case'ler yani bagajlar ( yeri geldiğinde onlar da koruyor ama tek kişi binin, aksi halde arka case düşme anında ardçı dediğimiz sürücü arkasındaki kişinin motordan kurtulmasını engeller). Diyelim ki motor da donanımlı, o zaman güvenlik bir ölçüde artıyor ve size hem konfor hem de rahat bir sürüş sağlıyor. Sürüş esnasında yüzümüzü güldüren bir şeydir bu.
Bu koşullarda çıktınız yola. 5 saniyelik güvenli sürüş mesafesini de koruyorsunuz... Geldi sıra güvenlik çemberine. Güvenlik çemberi çok hayati, bildiğiniz gibi değil! Etrafınızdaki her şey size belirli bir mesafede durmazsa yer yön koordinasyonu riske girdiğinde önce çemberden sıkıntıya düşersiniz. Bu yüzden daraltmamaya dikkat etmek lazım. Nasıl olacak? Etrafınızdaki tüm araçlar ve cisimlerle aranızda belirli bir mesafede kalmaya çalışın. En sağ şeritteyseniz bariyerle bile mesafeli olun. Oluşabilecek kontrol dışı bir durumda risk yaratmaması için özen gösterin.
Kişisel güvenlik - motosiklet güvenliği ve yol güvenliği tamam. Peki gaza basmanın vakti midir? Vaktidir. Ama o gaza çapınız kadar basmalısınız, asla unutmayın.
Zira çok hızlıysanız ve frene basınca bunu fark edenlerdenseniz ya hayatınızda ilk defa hız yapıyorsunuzdur ve bu tecrübesiz haller sizin en yakındaki cisme çarpmanıza neden olur ya da motorun gaza gelme vitesine atmışsınızdır yine neticede en yakındaki cisme çarparsınız.
Kısaca o gaz var ya o gaz... dikkat etmezseniz canınıza mal olmasa da değerinize, sağlığınıza, vırtınıza zırtınıza mal olur. Dikkat, burada en önemli nokta "vırt zırt"... kaçırmayalım lütfen!
20 Aralık 2010 Pazartesi
Acaba? - Banu Avar'ın derlediği yazı ve ..
Wikileaks'i hiç merak etmedim. Medyanın kendine ve el sürülemez noktalara kumpas yapmasıyla ilgili suni tenefüs çabalarından haz etmediğim için bunu da kulaktan dolma dinledim. Her zaman medyanın taraflılığına inancım ve isterse susturulabilir olduğunu dünya çapında defalarca görmem ve okumam yetiyor. Genel kanılarda internet çağını gözlerinde fazla büyütüyor ve özgürlükler diyarında koştuğumuzu varsayıyorlar. Külliyen yalan! Eskiden basın da, bireyler de, toplumlar da bundan daha özgürdü. Şimdi ortada her şeyi söylüyormuş gibi yapıp hiçbir şey söylemeyen yığınlarız. Bunu kademeli olarak öğrendik. Sanal alemlerde ilgi odağı olmakla hayata dair bağlarımızı zedeliyor ve her daim ortada olduğunu düşündüğümüz bilgi akışına bağımlılığımız yüzünden hafızamızı bile kullanmayı reddediyoruz. Yani saatlerimizi internette haberleşerek geçirdiğimizden yüz yüze iletişimi azaltıyor ve "aradığım her şey internette var" diyerek kafamızın içine bilgi yerleştirmeyi erteliyoruz. İşte bu otluğun getirdiği şey sadece iradeli teslimiyet. Özgürlüğü pdf.te gördüğü gökyüzünde arayan yığınlar...
Bu zihniyet insanı ya ot yapar ya da paranoyak. Neye inanacağız neye inanmayacağız? İşte bu yüzden modası geçmeyen tek şey bilgi. Şüphecilik asla "ben tahmin etmiştim zaten" mahallesine ait değildir. Şüphecilik merakı ve araştırmayı getirirse derinleşebilir. Banu Avar şüphelenecek kadar bilgili ve tecrübeli bir haberci - yazar ve programcı. Aynı zamanda şüphelerine gerekçeler bulacak akdar da araştırmacı. Bu yüzden aşağıdaki yazıyı okurken hem Wikileaks'i hem de bu bakış açısını okumak lazım.
ŞİMDİ SIRA 'SIZINTI MEDYASI'NDA! 15.12.2010
Assange yeniden gündemde… Serbest mi, nezarethanede mi? Wiki sızıntıdan ayrılanlar Openleaks kuruyorlar… Daha fazla sızıntı ortalığa yayılacak… Artık iyice deşifre olmuş olan medya devleri, ‘kontrollü sızıntıyla’ ‘şeffaf’ MIŞ gibi yapacak!
Aslında Assange ve wiki sızıntı olayı bize küresel medyayı görmemiz için mükemmel bir ayna.
Biri büyük medyada parlatılır, ‘şekillendirici bilgi’ ortalığa yayılır…
Kanada’dan yayın yapan Global reseach adlı sitede Prof Michael Chaussodovsky dün Assange ve ‘şekillendirici bilgi’ konusunda bir yazı yazdı.
Assange’ın ‘Avrasya ve Orta Doğu’daki baskıcı rejimler’ söylemini, renkli devrimlere meraklı Amerikan elitinin söylemiyle büyük benzerlik taşıdığını vurguladı ve özellikle Assange’ın ABD istihbaratıyla olan ilişkisinin altını çizdi.
Küresel elitin yayın organlarında çarşaf çarşaf reklamı yapılan site ve sahibi Assange’ın
Büyük medyadaki röportajlarından bir derleme sunan Prof Chauossodovsky, Assange’ın söylemlerinin Soroscu Turuncu darbe imalatçılarıyla birebir örtüştüğünü anlatıyor ve Assange’ın tüm röportajlarda şu cümleyi tekrarladığını vurguluyor:
‘Hedefimiz, Çin’deki, Rusya ve Orta Asya’daki baskıcı rejimlerdir.’ (The New Yorker 7 haziran 2010)
Sızıntıların küresel medyada kopardığı fırtınaya dikkat çekilen yazıda, The New York Times bağlantısı irdeleniyor.
‘Amerika’nın şirket medyası ve özellikle CFR, (Dış İlişkiler konseyi), Washington düşünce kuruluşları ve Wall Street’le olan yakın bağıyla, New York Times gazetesi, küresel güç odaklarının merkezinde yeralır.’
Böyle bir gazete nasıl oluyor da ‘şeffaflık’ havarisi bir pozda, wiki sızıntıları yayıyor ve Assange’a göğsünü siper ediyor? Profesörün sorusu bu.
Üstelik sızıntılar sızmadan önce sisli eller tarafından redakte ediliyor…Bu bilgiyi ‘New York times’ın Washington temsilcisi David E: Sanger veriyor:: ‘ Tüm materyali dikkatle inceledik ve hatta 100 civarında konuşmayı ABD hükümetine göndererek herhangi bir redaksiyon isteyip istemediklerini sorduk!’
Medyada bilgi kirliliği yaymakla ünlü The New York Times wiki sızıntıları ‘düzenleyip’ ardından sayfalarını açınca bir anda politik aparattan sesler yükseliyor ve Rockefeller’in New York Times’ı ‘komplocu’ ilan ediliyor…
Assange’ın işbirliği yaptığı New York Times’ın Washington temsilcisi, David Sanger ilginç bir isim.Bu güne kadar küresel elitle yakın ilişkisi gizlenemez boyutta. Amerikan derin yapılanması CFR’nin ve Aspen Strateji enstitüsünün üyesi. Bu örgütler Madeleine Albright, Condolezza Rice, eski CIA başkanı John Deutsch Dünya bankası eski başkanı R. Zoellick’e de evsahipliği yapıyor.
Assange’ı ‘parlatan’ diğer gazeteciler de sanger’den farksız. Onlarında çoğu CFR ile ilişkili.. Time dergisinden Richard Stengel, The New Yorker’dan Raffi Khatchadurian gibi…
Bu gazetecilerin ortak yanları, yıllardır CFR politikaları çerçevesinde yazılar yazmaları.. Özellikle David Sanger, 2005’den beri İran’ın nükleer hırsları’ konusunu işlemekte ve öne çıkarmaktaydı. Bu çalışmanın sonucunda konuyla ilgili ‘sızıntıları’ Uluslar arası atom Enerji ajansına ve devlet birimlerine yollamıştı. Çalışmaları BM Güvenlik teşkilatınca değerlendirilmiş ve İran’a yaptırımlar bu sürecin sonunda başlamıştı!
Pakistan’da sızıntılardan payını almıştı ve ‘Afgan Talibanlarıyla ilişkisi ve El Kaide’ye yardımları’nı belgeleyen sızıntılar nedeniyle, Amerikan askerlerine Afganistan Pakistan arasında geniş hürriyet sağlamıştı
Prof Chauossodovski, ‘ Sızıntılar’ın küresel elitin çıkarları doğrultusunda 2 önemli görevi tamamladığını yazıyor:
1) İran nükleer silahlanma programına sahip ve küresel güvenlik için bir tehdit
2) Suudi Arabistan ve Pakistan El kaidenin sponsor devletleri. NATO ülkeleri ve Amerikaya düşman İslamcı terörist örgütlerin destekçileri’
Amerika’da büyük basın yayın organları yıllardır, sadece işine gelen ‘yalanlar’la kamuya yanlış bilgilendirme oyununu başarıyla sürdürürken, birdenbire bu ‘değişim’ neden?!
Hidayete ermelerinin bir nedeni olmalı…
Şöyle diyor Prof. Chaussodovsky, ‘Assange’ın arkasında duran basın yayın organları ve ilgili gazeteciler uzun yıllardır Amerikan istihbaratının has adamları ve askeri istihbarat örgütleriyle derinden ilişkili!... The Economist mesela, Assange’a ödül veren dergi, İngiltere elitinin yayın organı. Irak savaşına katılıma en büyük desteği vermişti. 1972-89 arasında derginin yönetim kurulu başkanı Rothshield kardeşlerden biri.. Şimdi karısı yönetim kurulunda. Assange, bilgi kirliliğinin baş aktörlerinden biri olan Economist’ten nasıl bu büyük desteği alıyor? Medyadaki ‘büyük eller’ bir ‘muhalefet’ yaratma operasyonuna mı giriyor?’
Üstelik Assange’ın avukatı ingiltere’nin en elit hukuk bürolarından birinin sahibi. Mark Stephens aynı zamanda Rothshield ailesinin de avukatlarından biri.
Yazısının sonunda Prof Chaussodovsky şu önemli saptamayı yapıyor: ‘Wikileaks projesi dünyaya el koymaya hazırlanan, Yeni dünya Düzenci çetenin çok karmaşık bir düzeneği görünümünde. Artık ne NATO -ABD savaş suçları umurlarında, ne de en üst düzey hükümet mensuplarının isimlerinin yıpranıp yıpranmaması. Herkesin yerine yenisi gelir! Korunması gereken tek şey vardır: Politik aparatın arkasında< duran küresel elitin çıkarları!
Wiki sızıntılar ABD istihbaratı ve büyük basını tarafından dikkatle düzenlenmiş belgeler. Dünyaya belli eller tarafından yayıldılar. Ve halk yığınlarınca kabul edildiler. Ne de olsa ‘saygın’ medya onlara yer veriyordu!.
Böylece, ABD basını ve istihbaratı ‘şeffaflık’ ve demokrat görünümde koca bir adım attı. Amerika’daki savaş karşıtı muhalifler bu sayede hükümete yaklaştı: Bunca teröre dair sızıntıdan sonra artık ‘Savaşa karşıyız ama Teröre karşı savaşı destekliyoruz!’ diyorlar..
Assange üzerine düşen görevi başarıyla tamamladığında kamuoyu yeni sızıntılarla sarsılmaya hazır olsun. Müjdesi BBC’den geldi bile.. Wiki’den ayrılan Daniel Domscheit-Berg' in OPENLEAKS’İ (açık sızıntıları) gerektiği zaman gereken coğrafyalarda ‘operasyona’ yol açan belgeleri sızdırıverecek…Kamuoyu oluşturulacak, destekler alınacak, enerji kaynakları ve hatları için Amerika üzerine düşeni yapacak…
Acaba?
Derleyen Banu AVAR
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)