18 Aralık 2014 Perşembe

Kafamda eriyen mumlar

Gece sevgili Cem Demirel'in REM sergisi sonrası verdiği partideydik. Projeksiyonda dönen fotoğraflar, etraftaki insanlar, müzik... Bazı görüntüler mekanın taşlarında eriyip gidiyor bazıları pürüzsüz perdede parlıyor. Etrafa bakıyorum perlayan gözler ve heyecanlı bakışlar azınlıkta.
Bu tarz şeyler fikirleri bir araya getiriyor. Konu zaten fotoğraf, ben de oturdum izliyorum. Vaktinin olması güzel bir duygu. Koşturmadan izlemek..etrafındakilerden yansıyanları emersin, içinden konuşursun anlamaya çalışırsın, dalgalanır bir an oraya uymadığını düşündüğün bir insanı bir an sonra izlemekten hoşlanırsın. 

Boşlukları kendi bilgilerinle veya gemişinle doldurmak beynine cevapsız çağrılar bırakmak gibi..
Düşünüyorum bakarken aklıma Robert Mapplethorpe geliyor. Annie Lebowitz ve Richard Avedon
Benim için çok tarzdılar.. Hepsi sokaktaydı, hepsi doğaçlama yaptı ve hepsi en sonunda bir stüdyoda karşılarına aldıkları kişinin nasıl durması gerektiğini artık biliyorlardı. Ne anlatmak istediklerini biliyorlardı çünkü. 

Fotoğraf - sinema ..benim bunlardan büyülendiğim nokta gerçeklikleri. Gerçeğin yansımasında tarafı - duruşu - anlattığı... Gerçekle, varolanla elde edileni sanattan saymayan çok insan var. Sebebi açık: deformasyon. O kadar çok görüntü var ki. Güzel - çirkin - sanat - gerçek - klişe - doğaçlama.. herşey birbirine girmiş savunması var.

Büyü orada ne gördüğünde  değil gördüğün şeyin sana ne hissettirdiğinde. Kişisel izlenimler oluşturacak kadar iz bırakmasında. İzlemeye değer bulacak kadar vakit ayırmakta. O vakti daha sonra gördüğünü düşünmek, o düşünceden diğerine atlamak için kullanmakta..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder