1 Ekim 2009 Perşembe

hikayemsi

Sabahın körü, uyanmış hazırlanıyorum. Hala uykumun var gibi ama önemli değil. Zaten yatarken biraz da buna konsantre oldum. Erken kalkmam gereken sabahlar için kendime bunu yapıyorum, evet: şartlıyorum kendimi. Bazen işimle ilgili yaptığım en iyi şey buymuş gibi geliyor. Şartlayarak ikna ol ki ikna edebilesin.
Vaktinde gidiyorum dükkana. Bugün pek önemli bir ziyaretçim var. Aslında onu önemseyen benim. Önemli olmasını istiyorum. Şimdiden önemsersem belki üzerinde taşıyabilir bu görevi diye ümit ediyorum. Hızlı adımlarla ilerliyorum kaldırımda, tüm enerjimle giriyorum içeri. Etrafı kolaçan ederken gözüm eşyaları düzenliyor. Görülmesi gerekenlerle görüntü kalabalığı yapanları ayıklıyorum. Çalışan 3-5 kişi bu enerjiyi pazartesi gününe yakıştıramayınca açıklama yapmak zorunda hissediyorum. Tedbirli ve sakin bir ses tonuyla kısa kısa anlatıyorum misafiri. Gelişinin tesadüf olduğunu fakat ileride çok ekmek çıkacağını... yeni bir iş... yeniden iyi para... Benimle aynı şeyleri hissetmeye ikna ediyorum onları fakat biri hariç... Dayı ortalıkta sakin ve düşünceli dolaşırken gözlerinde zaman zaman yakaladığım hasedi farkediyorum. Bana bakmıyor hiç... ya dışarı ya yere ya da monitöre... Ona bir şey anlatırken, bana cevap verirken, hatta olumlarken bile bakışlarımız buluşmuyor. Halbuki ilk günaydını ondan almıştım her zamanki gibi. Tedirgin oluyorum ama umursayacak vaktim yok. Kapı önünde çay içen komşularla kısa bir sohbet yapıyorum içeriyi unutmak için. Korkudan girmiyorum belki de. Dayı'nın her şeyi mahvetme olasılığı insanlara vermeye çalıştığım motivasyondan sonra görmek istediğim son şey. Dahası bu durum beni de kızdırırsa misafirimi karşılarken kötü görünebilirim. Risk almamayı tercih ediyorum. Bu adam beni hep düşündürüyor: Karşına aldığın insan mı, yanına aldığın mı? İçine dönüp sorduğunda gerçekten hangisini tercih edersin? Faydacılık mı yönlendirir bu tercihi? Yok! en azından bu koşullarda haset 1 - faydacılık 0. Halbuki yenişmeye çalışmadığında bir melek. Neden ve nasıl tutuyor bu damarı anlayamıyorum.
Telefonum çalınca ister istemez dönüyorum içeri. Yolu sorma, emin olma kısmı için iyice teyitleşiyoruz son kez. Yeniden kapının önüne yürürken karşılaşıyoruz. Giyiminden kuşamından düzgün ve beyefendi biri olduğu belli. Yaşı genç biraz ama belli ki işine çok önem veriyor. Selamını getirdiği arkadaşımdan hoşbeş ederken çaylarımızı söylüyorum. Bir şeyler anlatırken gözüm bir yandan da Dayı'da. Bizden uzakta telefonda birileriyle hararetli bir konuşmada. Neyse ki sesi henüz rahatsız edecek kadar yükselmiş değil. Genç beyefendi bana yaptığı araştırmadan bahsetti. Daha önce otomotiv- taze gıda - tekstil.. bir çok konuda danışmanlık yapmıştı. Eski kaynaklar bulmakta güçlük çekiyordu ve ortak arkadaşımız onu bana göndermişti. Kendisi de söyledi tanışmak için mazeret olduğunu.
Biraz daha konuştuktan sonra benden rica ettiği dokümanlara bakmak için kalkıp arkadaki odaya yürüyoruz. Dayı bir anda kapıda beliriyor. Telaşla telefondakine bir şeyler anlatırken son anda gördüğü bana ve beyefendiye çarpmadan teğet geçiyor. Başımdan aşağı kaynadığımı hissediyorum. Adam geride ben önde yürürken çabucak atlatmaya çalışıyorum bu hali. Diğer arkadaşların yanından geçerken herkes güler yüzlü. Zaten herkes masasında işiyle meşgul, ortalık terbiye görmüş bir sessizliğe sahip. Belli ki motivasyon hala bozulmamış misafire karşı. Oturup önümüze bir iki dosya çekiyoruz. Hem konuşup hem incelerken birden kenarda Dayı'yı görüyorum. Kapıdan kimseye bakmadan girip toplantı masasına oturuyor. Ekipten çıt çıkmıyor. Toplantı yapmak için ortalığa laf atar gibi konuşuyor. Bir an donuyorum ama bakmıyorum ona. Sadece stajyer çocukla göz göze geliyorum. Ne acı! Gencecik çocuk bile anladı Dayı'nın yapmaya çalıştığını da o benim anlamayacağımı umuyor.  Umjuyor, neden umsun. Önemsenmek duygusu itiyor onu buna. Yoksa yeni işler getiren hep ben olacağım korkusu... işini kaybetme korkusu... Histerik bir akıntının içinde olduğu kesin. Sinirlerime hakim olmak zorundayım, en azından onunla yalnız kalana kadar. Tekrardan masadakilere çeviriyorum kafamı. İkimizde elimizdeki dokümanları dikkatle okuyoruz. Aklım hala Dayı'da. Sesi bi yerde yok oldu, baktım kalkıp gitmiş. Sanki beni dener gibi... peki ben şimdi müsaade istesem misafirimden, onu odama çeksem, bağırsam çağırsam neye yarayacak? Değişmez ki bu adam! Ya git demem lazım ya da çekmem lazım bir ömür boyu. Hiç niyetli değilim çekmeye ama onu kaybetmek de istemiyorum. Hangisi? Atmalı mı?
1 saat daha dokümanları inceledikten sonra bulduklarından memnun kalmış misafirimi gönderiyorum "bir daha görüşmek üzere"lerle. O gittikten sonra vücudumu yeni bir gerginlik alıyor. Üzerime giydiğim sakin olma durumunu daha ne kadar devam ettireceğimi bilemeden odama yöneliyorum. Ardımda hissettiğim birkaç göz  masa arkasından takip ediyor olup biteni. Asıl şimdi ne yapacağımı daha çok merak ediyorlar. Kapıyı kapatmadan oturuyorum masama. Kapatırsam zayıf olduğumu düşünecekler, beni öyle addedecekler. Bir an neden bunu umursadığımı düşünüp kendime kızsam da kapatmıyorum kapıyı. Yenik hissetmek istemiyorum Dayı'ya karşı. Hatta ilk defa bunu yapabildiğimi farkediyorum. Biliyorum kızsam ona kimse bana haksızsın demeyecek, ama bu yeni bir şey de olmayacak. Yanıma çağırıp, sakince uyarsam ve "olgun"u oynasam o da bir işe yaramayacak. Aslında içimden çizgi filmlerdeki gibi cebimden büyüyerek çıkan tokmağı kafasına indirmek geliyor. Yapabilseydim tepesinde uçuşan yıldızları izlemek zevkli olurdu. Artık daha iyiyim, bu fikir bana iyi geldi. Aklımı kurcalayan şey çoktan değişti. Merak sardı bir anda, insan bu kadar çok nefretle nasıl yaşar? Sonra unuturum belki ama kesinlikle cevaplarını kendi üzerimde aramayacağım türden ve zamanla unutacağım iyi sorulardan biri.
Yaşadığın hayat çağa, kültüre, çevreye göre değişir gibi görünse de bir insan hamurunda ne varsa onu yaşar, yaşatır. İyi de ilişkiler neden düşmanlık üzerine inşa edilir? Kime dönsem sevmez onu. Arkadaşları bile acıdığından görüşür. İğneyi batırdığında onlar da kaçar. Hatta bir kısmı artık çıkarı kalmadığı için terk edip gitti. Güle güle der herhalde, onun da çok umursadığını sanmıyorum. Ne zaman bu hale geldi veya ipini çekmeye ne zaman karar verdi bilmiyorum ama bunu yapmak için beni kullanamayacak. Aklıma bir doğumgünü partisinde sarhoş olup anlattıklarını getirmeye çalışıyorum. Kızgınlığımı en çok bu yatıştırıyor böyle zamanlarda. Karmakarışık, zaman - mekan bağlantısı zayıf hatıralar... Ne çok konuşuruz içince... Hatırlıyor mu bilmem ama ben hatırlıyorum. İlk aşkının ölümünden kardeşinin yurt dışına kaçışı arasında gençliğini atlayıp bir anda büyüdüğünü, onca komik hatıra arasında ekleyivermişti. İlk eşini yatakta birlikteyken yakaladığı o adamı yıllar sonra iş görüşmesinde karşısında bulduğunu söyleyen gözleri ateş saçarken ağzı yırtılacak gibi gülüyordu. Evi soyan hırsızı yakalıyacam diye kırdığı camın sıyrıkları bugün bile alnında çilek üstü gibi nokta nokta parlarken o adamın surat ifadesini taklit ediyordu. Sokakta yediği dayak yüzünden hastanede yattığı 13 günü hatırlamadığını, ama kalkınca duyduğu ilk haberin işinden kovulduğu olduğunu fıkra gibi sunuyordu. Geçmişini anlatıp kahkahalara boğulurken gözlerinde yaşlarla aslında ağlayordu. Anlattıklarını o yarı yaşlı yarı kanlı bakışlarında yaşadığını görmeseydim gerçekliğine asla inanmazdım. Gece biterken buruk ve yerdeki taşları sayar gibi geziniyordu o bakışlar ve bir sarhoşun yarı baygınlığına sığınıp gizleniyordu... Belki bu yüzden kendini sürekli çöküşe götüren bu adamı hep affediyordum. Küçük büyük herşeyde yarattığı infazlarını etrafına ve bana zarar vermeyeceği boyutlarda tutuyordum.

Odadan çıkıp kahve almaya gidiyorum. Hiçbir şey olmamış gibi ve içim bomboş.. Yanından geçerken ister istemez bakıyorum. Boş boş monitöre bakıyor. Bilgisayarının tuşları üzerinde elleri ama kıpırdamıyor. Merak ediyorum neler olup bittiğini ama soramıyorum. Odama döndüğümde oturduğum yerde sadece sessizlik var, göremiyorum onu.

Öğle tatilinden döndüğümde içeride tanımadığım bir sessizlik hakim. Arada fısıltıları dolaşan bir sessizlik... Herkes tam kadro orada ve ben odama yürürken beni izliyorlar. Tamam merak ediyorum ama önce eşyalarımı bırakayım. Derken bir de bakıyorum oda ters yüz olmuş! Masam yan devrilmiş, laptop kitaplığın yanında tuz buz olmuş ekranıyla bana bakıyor. Koltukta masamda bıraktığım kahvelekesi yere düşmüş fincanın ağzındaysa kan var. Sehpa kenarından çatlamış... Daha fazla bakamıyorum, sanki bir film karesine girmişim gibi durduğum odaya. Hışımla çıktığımda "neler oldu burda" dememe kalmadan beni alıp sakinleştirmeye çalışıyorlar. O anda dikkat edince Dayı'nın olmadığını görüyorum. Kalbim fırlayacak gibi, dayanamayıp sövmeye başlıyorum. Ellerim, içim, sesim her yerim titriyor. Bu kaldırabileceğimden çok fazla. Fazla demek az bile. İleri gidemeden anlatmaya başlıyorlar. Birileri gelmiş buraya. İyi giyimli iki adam ve bir kadın. Dayı'yı sormuşlar. Tuvalatten çıkarken görüp bir hışımla odaya çekmişler. Kapı kapanmış, sonra da kıyametin çivisi kopmuş. Bağırışlardan anlaşılmış bir "kız meselesi" olduğu. Adamlar on onbeş dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gitmişler. Dayı üstü başı yırtık alnından kanlar süzülerek atmış kendini dışarı. Bir iki soruyla bizimkiler ağzından laf almaya çalışmış. Susmuş, yüzünü temizleyip çıkıp gitmiş öylece.

Dondum, anlamadım nereye gider, niye gider? ... Kimse bilmiyor. Tek bildikleri Dayı'nın bir daha dönmemek üzere gittiği. Ben biliyorum!  Mutsuz bir adam için ileri gitmenin sonu olmadığını. Her fıkranın altından bir hikaye çıktığını. Kızgınlıktan, üzüntüden tüm hayatına su içer gibi zarar verebileceğini. Kendini her cezalandırdığında bunu hak ettiğine bizim bakışlarımızdan ikna olduğunu. Başlangıç noktasını kaybettiğini ve artık bulmayı umursamadığını.

2 yorum:

  1. Hikayemsin insanı hemen ele geçiriyor , akışkanlığı öyle iyi tutturmuşsun ki Görkemcim ağza pütür gelmiyor.

    ''Güne bakış''programı 24:00 de başlardı, gece inmeden güne bakılamıyor ..Ayrıca antipatik birine empati başarısına hayran kaldım ..

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler, biraz çekinerek yayınladım, cesaret verdin :)

    Empatik hikayeler bekliyorum... itinayla yayınlanır, link verilir :)

    YanıtlaSil